Neler yeni
  • ☼ FLaTCaST ELELE'YE FACEBOOK , RESMİM.NET , HIZLIRESİM.COM , TİNYPİC.COM , PİC-UPLOAD.DE , DİRECTUPLOAD.NET aracılığı ile resim, gif vb. görseller kesinlikle eklenmemesi önemle rica olunur. Eklendiği an görevli arkadaşlar tarafından silinecektir!!! ☼

PRoFeSSioNaL

Kurucu Başkan
Katılım
14 Ağu 2013
Mesajlar
2,855
Tepkime puanı
396
Puanları
83
Yaş
44
Web sitesi
www.flatcastelele.com
Yeryüzünde adaleti gerçekleştirmek insanlık tarihi kadar eski bir idealdir. Semavî dinlerin başlıca gayeleri bu olduğu gibi, diğer bütün beşerî sistemler de bu ideali gerçekleştirme iddiasıyla ortaya çıkmıştır. "Zulm ile âbâd olunmaz" sözü insanlığın ortak tecrübesinin bir ifade şeklidir. Bu açıdan tarihe bakıldığında uzun ömürlü medeniyetlerin, sağlam bir adalet mekanizmasına sahip oldukları görülür. Bu yazıda ele alacağımız Osmanlı yargı sistemi, çağının diğer örnekleri arasında üstün bir yere sahiptir.

Merkez divanları
Osmanlı'da adalet dağıtan kurumlar merkezden taşraya doğru farklılık gösterir. Merkezin en yetkili organı olan Divan-ı Hümâyûn toplantılarında, devlet işleri görüşüldükten sonra bazı duruşmaların yapıldığı bilinmektedir. Bâbıâli'de kurulan günlük divanlardan ayrı olarak haftanın üç günü toplanan "ikindi divanları", Anadolu ve Rumeli Kazaskerlerinin katıldığı Cuma divanı; İstanbul, Galata, Eyüp ve Üsküdar kadıları ile yapılan Çarşamba divanları merkezin yargı sistemini teşkil eder.

Kamu yararına çıkarılan kanunları (Kanunnâmeleri), İslâm'ın temel hükümlerine uygunluk açısından denetleme görevi bulunan şeyhülislâmlar, kazaskerler ile birlikte adlî yanlışlıkları önleyen bir temyiz makamı durumundadır. Doğrudan yargı yetkisi bulunmayan ancak verdikleri fetvalarla yargı üzerinde bir nevi denetim yetkisi bulunan müftülerin de sistem içerisinde ayrı bir yeri vardır.

Kadılar
Osmanlı yargı ve idare sisteminde kadılar önemli bir yere sahipti. Süleymaniye ve Sahn-ı Seman gibi üst düzey medreselerden mezun olan talebeler derecelerine göre Mekke ve Medine gibi önemli şehirlerden başlamak üzere büyük kadılıklara tayin edilirdi. İdari sistemde kaza, kadı'nın en büyük otorite olduğu birimdi.

Padişahların ferman ve beratları doğrudan kadılara hitaben yazılırdı. Aynı şekilde sadrazam başta olmak üzere, kazasker, beylerbeyi, kaptân-ı derya gibi şer'î ve örfî hukukun icrasından sorumlu yüksek rütbeli devlet görevlileri, kadılara "buyruldu" adı verilen emirler gönderirlerdi. Kadılar öncelikle bunları sicil defterlerine kaydederdi. Kadı, hem hâkim, hem mülkî âmir, hem de belediye reisliğini yürütürdü. Mahkeme başkanı olarak halk arasında her türlü hukukî ve cezaî ihtilafları halletmeye yetkiliydi.

Kadılar, örfî kanunların tatbiki ile de mükellef oldukları için devlet maliyesine ait işleri, şahıslar ile devlet arasında yapılan sözleşmeleri, iltizam işlerinin tanzimini, vergi kanunlarının tatbikini ve her türlü yasaknâmelerin uygulanmasını takip etmek zorundaydılar. Ayrıca sanatkar ve esnafın kontrolü, lonca düzeninin yönetimi, pazarlarda fiyat tespiti, imar nizamının denetimi, vakıf yönetimlerinin kontrolü, kadıların görevleri arasındaydı. Bunlara ek olarak, nâib, mütevelli, imam-hatip vs. tayini, noterlik görevi, miras, evlilik akdi, infaz hakimliği, zaviye ve tekkelerin teftişi de vardı. Kadı, adlî işleri yürütebilmek için, nâipler, kâtipler, hademeler ve muhzırlar gibi geniş bir yardımcılar kadrosuna sahipti. Kadı'nın verdiği kararlar, kazasker veya şeyhülislâm tarafından temyiz edilebilir, istisnaî olarak Divan-ı Hümâyûn'a da götürülebilirdi.

Şuhûdu'l-hâl
Osmanlı şeriat mahkemelerinde en çok dikkat çeken unsurlarından biri, muhakemenin yapılış tarzını gözlemlemekle yükümlü, "şuhûdu'l-hâl" adında bir heyetin varlığıdır. Kadı davaya baktığı sırada bu kişilerle istişare eder, örfî hukuk ve mahallî adetler konusunda kendilerinden bilgi alırdı.

Adaleti gerçekleştirme sorumluluğu bulunan kadıların yardımcılarından olan "şuhûdu'l-hâl", müşahit sıfatıyla mahkemelere iştirak ederdi. Bunlar yargılama esnasında yapılan muameleyi takip ve tetkik için mahkemede bulunan kişilerdi. Şuhûdu'l-hâl üyeleri genellikle kaza bölgesinin müderris, a'yan, eşraf gibi şehrin ileri gelenleri arasından seçilirdi. Heyet içerisinde zaman zaman kazaskerlerin de bulunduğu olurdu.2 "Şuhûdu'l-hâl, udûlü'l-müslîmin veya şuhûdu'l-udûl" tabirleri heyet üyelerine atfedilen önemin bir ifadesiydi.

Bunların sayılarının ne kadar olduğu kesin olarak belli değildir. Bir kısım insanların adları yazıldıktan sonra "... ve gayruhum" kaydının konması, kararda imzası olanların dışında mahkemeye katılan üyelerin varlığını gösterir. Bu heyetlerde davalı ve davacı taraf en az birer kişiyle temsil edilirdi. Önemli davalarda üye sayısının daha da çok olduğu göze çarpmaktadır. Bilhassa heyecan ve korkuya sebep olan büyük hâdiseler neticesinde mahkemeye getirilen davalar, böyle kalabalık bir heyet huzurunda yapılıyordu
Şuhûdu'l-hâl üyeleri mahkemenin işleyişini ve kararlarını doğrudan etkilememekle birlikte, kadıların adaletli davranmalarını temine çalışırdı. Kadı hüküm vermeden önce bu "müşahitler heyeti"ne danışır, daha sonra kararını verirdi. Bunların, mahkemede adaletin doğru olarak tecelli etmesi bakımından büyük önemi bulunuyordu. Özellikle belirtilmesi gereken husus, bunların davanın görgü şahitleri olmayıp, duruşmanın "müşahitleri" olduğudur.3

Tam bir denetim mekanizması görevini icra eden bu uygulama, davaların umuma açık ve tarafsız olarak yapıldığını göstermesi açısından önemlidir. Şuhûdu'l-hâl konusundaki tek olumsuz değerlendirme, uygulamanın zamanla halk için masrafları artırması olmuştur. Çünkü taraflar, alacakları hüccet veya diğer belgeler için katibiyye, hüddamiye, ihzariyye gibi harçları ödemek zorundaydılar.4

Şuhûdu'l-hâl geleneğinin başlaması
Şuhûdu'l-hâl geleneğinin ne zaman başladığı sorusu önemlidir. Bu konu ayrıca araştırılmaya muhtaç olmakla birlikte uygulama ilk defa vakıf senetlerinde ortaya çıkmıştır. Meşhur Müdayene âyetinde geçen "Alışveriş yaptığınızda şahit tutun. (...) Aranızda bir katip de adâletle yazsın.!"5 âyeti ile vasiyet esnasında iki şahit tutulmasını emreden, "Ey İnananlar! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken içinizden iki âdil kimseyi; (...) veya sizden olmayan iki kişiyi şahit tutun."6 âyeti şuhûdu'l-hâl geleneğini başlatmış olmalıdır. Vakıfların doğrudan doğruya bir vasiyet olması bu kanaati güçlendirmektedir. Osmanlı yargı sistemi, şuhûdu'l-hâl uygulamasını normal mahkemelere taşımakla yeni bir form kazanmıştır.

Bu araştırma çerçevesinde görülebildiği kadarıyla şuhûdu'l-hâl, Selçuklulardan Osmanlı huhukuna geçmiştir. Vakıflar Dergisi'nde yayımlanan Selçuklu dönemi vakfiyelerinde, şuhûdu'l-hâl açıkça görülmektedir. Sözgelimi Alaeddin Keykubâd'ın mirahorluğunu yapan ve 2. Gıyaseddin Keyhusrev'in (1237-1246) son zamanlarında Amasya dizdarı olan Turumtay'ın vakfiyesi bunlardan biridir.7 Aynı dönemde Karamanoğulları döneminde yapılan İplikçi Cami vakfiyesinde de şuhûdu'l-hâl ibaresi mevcuttur. Osmanlıların ilk padişahlarından 2. Murad'ın vakfiyesinin son kısmı aşağıdaki gibidir:

"Nitekim yüce Allah, 'işittikten sonra kim onu değiştirirse günahı değiştirenlerin üzerinedir. Allah işitir ve bilir.' buyurmuştur. Bu vakfın doğruluğuna ve kesinliğine hüküm ve yargısı geçerli olan Müslümanların hâkimlerinden bir hâkim, şahitler önünde hükmetmiştir.

Hicret yılının 772 Şâbânı (Şubat-Mart 1371).
Şuhûdu'l-hâl: Bu satırları yazan Cemşid Ağa; Sülüce Bolad; Kemal Barak Oğlu Hamza; Eyne Oğlu Hasan; Aydoğmuşca ve burada bulunan başkaları..."8

Şuhûdu'l-hâl üyeleri
Kethüdalar: Şehrin saygın ve ileri gelen kimseleri arasında yer alan kethüdalar, önemli bütün davaların görüşüldüğü mahkemelerde mutlaka bulunurdu.

Müftü: Fetva verme dışında önemli davalarda "şuhûdu'l-hâl" üyesi olarak bulunurdu. Kadı davayı çözmekte güçlük çekerse, müftünün görüşüne başvurur, ondan fetva isteyebilirdi. Müftülerin "şuhûdu'l-hâl" görevlileri arasında bulunması, tek hâkimli İslâm Adliye Teşkilâtı'na kendine has bir zenginlik kazandırmıştı.9

Nakîbü'l-eşrâf kaymakamı: Hz. Peygamber'in soyundan geldiklerine dâir ellerinde belgeleri bulunan kimselere tanınmış olan ayrıcalıkları koruma görevi bulunan nakîbü'l-eşrâflar ve bunların taşradaki vekilleri mahkemelerde "şuhûdu'l-hâl" heyeti arasında yer alırdı.

Ahî baba: Esnaf zümresinin yöneticisi olan ahî baba, esnaf mahkemelerinde şuhûdu'l-hâl üyeleri arasında yer alırdı. Ahî baba, aynı şekilde kimsesiz yaşlılara, yetim çocuklara vasî tayinlerinde, miras davalarında, ticarî anlaşmazlıklarda, vakıflarla ilgili problemlerde, nikah ve evlilik gibi akitler ile boşanmalarda, vergi davalarında şuhûdu'l-hâl üyesi olurdu.10

Defterdarlar: Kıbrıs eyalet defterdarı, şuhûdu'l-hâlin bir üyesi olarak görev yapardı. Kıbrıs defterdarının buradaki görevi davalarda tarafların problemleri aşmalarına yardımcı olmak ve kadıların tarafsızlığını sağlamaktı.11

Bunlardan ayrı olarak birtakım mahkeme görevlilerinin isimleri de şuhûdu'l-hâl listelerinde geçmekteydi. Davacı ve davalıları mahkemede hazır bulunduran muhzırlar, şikâyetleri tahkik etmekle görevli başkatipler, tereke taksiminde görevli kassam katipleri, sicile kayıt yapan mukayyidler ve mahkemede her sabah Fetih Sûresi'ni okuyan "Fetih-han"lar heyet arasında yer alabilirdi.12

Üzerlerinde şuhudu'l-hal görülen belgeler
Hüccetler: Taraflardan birinin ikrarını, diğerinin de bu ikrarı tasdik ettiğini gösteren belgelere hüccet denir. Hukukî durumu olduğu gibi kayıt altına alan bu belgeler, sicil defterlerine kaydedilir. Kadı'nın imzası ve mührü ile birlikte, Arapça olarak tarih ve "şuhûdu'l-hâl" başlığı ile şahitlerin isimleri ve unvanları kaydedilir.

İ'lamlar: Vekalet, nafaka, veraset, evlenme ve boşanma gibi konularda kadıların verdiği hükümleri içeren belgelere kadı i'lâmı denir. İ'lâmların sonunda hüccette olduğu gibi şuhûdu'l-hâl listesinin verilmesi şart değildir

Temessükler: Mîrî arazide tasarruf hakkı sahiplerine, yetkili makam veya şahıslar tarafından verilen tasarruf belgesine temessük denirdi. Bu hakkın herhangi bir şekilde devredilmesi işlemi çoğunlukla kadı ve şuhûdu'l-hâl üyeleri huzurunda yapılır ve sonra sicile kaydedilirdi.13

Netice
"Bir saat adalet, 70 yıl nafile ibadetten hayırlıdır." anlayışının temsil edildiği dönemlerde, Müslüman toplumlar hakiki adaleti gerçekleştirecek vasıtaları bulmakta zorlanmamışlardır. Osmanlı medeniyetinin 6 asır devam etmesinin sırrı bu anlayışta gizlidir. Yukarıda yapılan izahlardan anlaşılacağı üzere Osmanlı yargı sistemi, büyük ölçüde İslâmî esaslar üzerine kurulmuştur.

Şanlı bir medeniyetin mirasçıları olan Türk milletinin zengin tarihî tecrübesinden yararlanmaması yadırganacak bir durumdur. İnsan haklarının ve sivil toplum örgütlerinin öne çıktığı bir dönemde bu tarihî tecrübenin değeri daha da artmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Türk-İslâm medeniyetinin içtimâî ve siyasî kurumları içerisinde modern dünyanın problemlerine çözüm üretecek pek çok tecrübenin bulunduğu görülebilecektir. Şuhudu'l-hal uygulaması da bunlardan biridir. Bu kurumun modern versiyonlarından hukuk sisteminin faydalanması pekâlâ mümkündür.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Bilgiler için teşekkürler. Not aldım.
 
Geri
Üst Alt